Type Here to Get Search Results !

yan rol | Adem Gökçe

 



Yan Rol 

          Ağır aksak ilerleyen akşam trafiği ve saatin takribi 1 olmasıyla bu şehrin hiçbir problemi yok. Bunca insanın nereden gelip nereye gittiğini düşünmek, her birinin içinde var olan “benim hikayem” duygusunun tarifini yapmak bana görev kılınmış. 90’ların sonunda yada 2000’lerin başında büyük gösterişli kravatların giyildiği ve büyük, görkemli bir törenle açıldığını tahmin ettiğim viyadüğün üzerinde ufukta yanıp sönen kırmızı park lambalarından kafamı yana çeviriyorum. Dip dibe sıralanmış, parsellerinin sınır çizgisine kadar dayanmış, tesbih taneleri kadar sık, teşbihi yapılamayacak kadar düzensiz evlerin salonlarından gözüme yansıyan sarı ışıklara odaklanıyorum.  Işığı yanan evlerde herkesin kendine ait hikayesi, başrolünde kendi olduğu bir film, esas oğlan yada esas kızın kendi olduğu senaryoların olması bana her daim ilginç gelmiştir. Bunca hikayenin içinde var olan acı, hüzün, aşk ve nefret; heyecan, tutku, gözyaşı, aşk ve özlem. Her birinin özel anları, esası kendinde saydığı hayatları mevcut. Her insanın özel oluşu bir varsayımdan mı ibaret? Kendi hayatlarımızın özel oluşuna hak arama çabasında olup diğer hayatlara verdiğimiz bir haraç mı bu? İyi insan olmaktan öte, diğer hayatları yok saymak değil de; diğer hayatları yan saymak, başrol benim demek. Bu insanın en beşer ve en şaşar duygusu.

        Hayatın sadece duygulardan, düşüncelerden ve soyutluktan ibaret olmadığının farkındayım. Bu farkındalığı her cumartesi akşamında zuhur eden creative düşüncelerin pazartesi sabah saat 6.30 alarmıyla kendini karamsar tekdüzeliğe bırakmasıyla yaşıyorum. Doğduğumuz ev, sahip olduğumuz aile, aynaya baktığımızda karşımızda beliren çehre hayatın bağımsız değişkenleri olup bir kader tarafından kura usulü bizlere rast gelmiş gerçeklikler. Bu gerçeklikler içinde bir hedef gözeterek çırpınanların kendince elbet bir hikayesi vardır. Fakat her hikaye filmi çekilecek kadar esas olmayabilir. Peki ortak hikayelerde aldığımız rol?

Benden farklı, benden ziyade insanlarla ilk iletişimimin ilkokul yıllarında başladığını hatırlıyorum. Zira öncesinde kaderin bizlere tayin ettiği gerçekliklerin farkında olmayacak kadar aynıydı mahalledeki arkadaşlarım. Tek rutinimiz güneş tepede olduğu sürece sokakta oynamak akşam ezanından önce eve varıp aile sofrasında büyümeden bilemeyeceğimiz gerçekliklerin sessizliğinde yemek yemekti. Bu gerçekliklerin farkına erken varanları şanssız olarak tanımlıyorum kendimce. Bilmemenin mutluluk getirdiği bu çağda, bir sonraki çukuru düşünürken önündeki çukura düşenler; kaderin tayin mağdurlarıdır. Farklılıkla iletişime geçtiğim yıllara uzandığımda ise ben olmanın zaruriyetinde kaldım. O zamandan sonra ben, kalem ve kağıt arkadaş gibi olduk.

        Hayatta insanın evreleri olduğuna inanıyorum. Kendi için yaptığı tanımların da o evrelere göre değiştiğine kanaat getiriyorum. Bu inancımın altında yaşadıklarım, yaptığım gözlemler yatıyor elbette. Ben bir sosyolog yada araştırmacı değilim. Kendimi bildim bileli bulunduğum ortamdan soyutlanarak 1-2 dakikalığına üçüncü sahsın gözünden anlatıcı olmak bir oyun gibi gelmiştir bana. Kendimce oynadığım bu oyunun sonraları yazdığım yazılara ilham olması faydaları arasında gösterilebilir. Bunun dışından çok düşünmenin insana zarar verdiği fikri yaş aldıkça bende daha ağır basmaya başladı. Evresinden önce düşünülen düşünce, insanın zamandan kopmasına bir neden olmakta.

        Bugün siyah olarak görünen şeyin yarın gözümüze beyaz gelmesi kişinin ikircikli oluşuna mı faturalandırılmalı yoksa hayatın bir dinamiğe sahip olduğuna hem fikir olup hesabı bedavaya mı getirmeli? Önceleri her hususta her kavramda mana olduğuna inanırken artık bazı şeylerin “var” olduğu için var olduğuna ve amaçsız da olabileceğine inanıyorum. Boşvermişlik önceleri sorumsuzluk gibi gelirken şuan boş vermişliğin de bir aşama olduğuna ve bir duygu durumu olduğunu anlıyorum. İnsan kendi için “boş ver” diyerek bazı şeylerden sıyrılırken, ikinci şahsın konularında “boş ver” dediği zaman neden sorumlu olur? Ben bir fikre malum değilim. Her şey bir karar kitabında mı yazılı?

        Yaşım çeyrek asra geldiğinde (nitekim böyle dediğim zaman daha afili duruyor) arkadaşlık ilişkilerinde veya kopan bazı iplerin tamiri bana zül gelmeye başladı. Herkesin film edasıyla kendini esasa koyduğu hayat filminde, rol kapmaya çalışacak biri olmadım. Zira ben özel tiyatrodan kendini sıyırıp televizyon dünyasına girmeye çalışan sigortasız tiyatro oyuncusu değilim. Anlattığım düşüncelerin bazıları yansıma olup kendi fikrim olmayabilir, bazılarını gerçekten yaşamamış olabilirim, yazarken bazen bazı kabullenişleri desteklemesem dahi çoğunluk kanaat getirdiği için gerçek gibi yazabilirim. Ben bir yazar da değilim.

        Yaşanan anların, duyguların ve hatırların bir koleksiyon gibi rafa kaldırılabiliyor olmasına hala alışamadım. Modern çağda bunu yapmak olgunluk olarak nitelendirilirken benim senaryomda bu kötü karakterin bir diyalogu. Nefes alan yaşayan bir varlığın sonrasında okunmak üzere altı çizilmiş bir kitap gibi raftan almak sonrasında yüzde mutlu tebessüm oluştuktan sonra yerine geri koymak kötü karakterin aforizması olarak kadrajıma giriyor. Muhakkak mutlu anları anımsama arzusunda bulunabilir insan fakat bir fotoğraf makinası merceğinden daha hassas olanın insan merceği olduğunu unutmamak da gerekir. Bunu unutanlar kendi hayat senaryosunda başrol olduğu için her işi mubah görebilirler kendilerine zira başrol hiçbir zaman ölmez, yanılsamaz ve hata yapmaz. Onun yaptığı her iş doğrudur ve olması gerektiği için olmamıştır bir manası vardır. Yan rol olarak ayrılmış olduğumuz senaryolardan geriye kalabilecek en iyi anı; yöresel bir festivalde veyahut taşra bir üniversitenin sanat kulübü tarafından düzenlenen ödül yarışmasında alınabilecek en iyi yardımcı oyuncu ödülüdür. Senin senaryonda ise esas oyuncunun ayrılmış olması sezon finaline yada büyük finale neden de olabilir.

        Dar kadrolu ve büyük bütçeli olmayan sanat filmimde mutluyum diğer filmlerde olmamışken bir başrol. En iyi yan rol olarak aldığım tüm ödüller çöpe boşaltmış olduğum küllüğün izmaritlerinin altında islenmiş şekilde bir çöp kovasında. Tüm rollerden feragat dilekçemle, bir gün spin-off’u çekilecek kadar iyi olmuşsam dahi, büyük bir selamla çekiliyorum sahneden. Saygı ve selamla kapanıyor beyaz perde, yukarıdan aşağı kayarken yazılar, Tekel Bayileri Birliği Federasyonuna ve Kültür Sanat Bakanlığına katkıları için teşekkürler.

-Adem GÖKÇE


Yazara ait daha fazla içerik için tıklayınız: Adem GÖKÇE


Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Yorum yapmayı unutmayın.